top of page

HAKK’IN VE HAYR’IN BİLGİSİNE SAHİP OLMAK: MUHSİNİ TAVIR

  • Yazarın fotoğrafı: HAŞİM YANAR
    HAŞİM YANAR
  • 23 Kas 2024
  • 7 dakikada okunur

HAKK’IN VE HAYR’IN BİLGİSİNE MUHSİNİ TAVIR[1]

Mevlüt UYANIK                      

                                                                                                        Aygün AKYOL

GİRİŞ:

 

Hz. Âdem’den itibaren insanların felahını ve refahını bu dünyada, ahirette ise felahını

sağlayacak ilkelerin en son uygulayıcı, hayata geçiricisi olan Hz. Muhammed (as) efendimiz,  Cibril hadisi ile bizlere nasıl bir tutum ve davranış içinde olacağımıza dair bir “yol haritası” çizmektedir.

Peygamber efendimize bir insan kılığında Cebrail (as) gelerek "iman nedir?" diye sorar:  İman, Allah'tan başka Tanrı olmadığına, Muhammed’in kulu ve elçisi olduğuna, Allah'ın meleklerine, kitaplarına, Peygamberlerine, ahiret gününe ve kadere (hayır ve şerr her şeyin Allah'ın takdiri ve yaratmasıyla olduğuna inanmaktır.

Önce iman (teorik) esaslarının bilinmesi gerektiği belirtilir. İman açıdan gerçeği bilmek, gücü ölçüsünde eşyanın hakikatine vakıf olmak, pratik açıdan ise iyi’yi bilmek ve buna uygun davranmakla mümkün olur. Bunu da “İslam Nedir?” sorusuna cevap olarak verir. Kelime-i şehadet, namaz kılmak, oruç tutmak, (imkânı olanlar için) hacca gitmek ve toplumsal dayanışmanın temeli olan zekat vermektir. Teorik/nazari bilgilenmek suretiyle nefsimizi olgunlaştırırız. “İhsan nedir? Sorusu ise en can alıcı noktayı gösterir: İman ve İslam’ın şartlarını gereğiyle yapmak, kişiyi İhsan mertebesine; yani “sanki Allah’ı görüyormuş veya “O’nun huzurundaymış gibi” davranmaya sevk eder. Bu, bedenen halk içinde; gönül ve kalp olarak Hak ile beraber olmaktır. Kamil ve Muhsin kişi işte bunu gerçekleştirendir. Muhsini tavır ve tutuma sahip olmayı temellendirmek için “İhsan”  kavramını biraz daha açmak gerekir:           

1.     İhsan Kavramı ve Muhsini Tavıra Sahip Olmak

            İhsan; iyilik, lütuf, bağışlamak,  cömertlik yapmaktır. Güzel bilip, güzel eylemektir. Fiil bakımından yapılması gereken hayrı/iyiliği yapmaktır. Kötülüğü iyilik ile karşılamaktır. İyiliği bir kez yapmak yerine, bunu alışkanlık haline (erdem) getirmektir.  Muhsini tavra sahip olanlar, sadece bollukta değil, aynı zamanda dar, yani sıkıntı olduğu zamanlarda mallarından, kazandıklarından sarf ederler, insanlara verirler. Öfkelerini yenerler, insanların ayıplarını araştırmaz, tersine kusurları kapatırlar, örterler. Bu nedenle Allah, ihsan edenleri, Muhsinleri sever. İhsân edenlere elbette rahmetim çok yakındır ayeti bu hususu vurgular. (K.K: 11/113-115, 7/55, 3/134)

1.1.         Muhsini Tavır:  Teorik (iman) esaslarını bilmek insana

 “alim”, pratiğe nasıl aksettirileceğine dair (İslam) ilkeleri içselleştirince “abid”  ve “zahid” sıfatını kazandırır. “Muhsin” sıfatı ise bunların tamamını özünde toplayan kişiye verilir. Bu açıdan  “muhsini tavır ve tutum”un güncellenerek okunması gerekir. Günümüz İslam dünyasının durumunu ve Müslüman algısını/imajını düşündüğümüz zaman, bu tutum ve tavrın güncelleşmesinin zorunluluğu ortadadır.

Hedemiz erdemli bir hayat yaşayabilmektir. Bunun yolu, mizacımızı, alışkanlıklarımızı bilmekten geçiyor. Bunun için erdemli davranışların ve zıtlarının bilinmesi, iyi olandan yana tercihte bulunup, kötü olandan kaçınmak gerekiyor.

Bunların eğitimle pekiştirilmesi ve davranışlarımıza aksettirilmesi gerekir. Bu açıdan öncelikle kişinin fıtratını/nefsini bilmesi önemli; bunun aşamalarını bilip, öncelikle Allah inancının ve din ilişkisinin nasıl temellendirdiğine dair teorik -iman- ilkelerine dair bilgilenme hedeflenir. “İlme’l-yakin” sağlanınca, yani Allah’ın varlığını ve birliğini; Allah’ın her şeyin yaratıcısı olduğunu bilir: “Âlim” bu kişidir. İslam’ın temel inanç esaslarını içselleştirince, bunların bireysel, ailevi ve toplumsal hayatımızdaki yerinin tespiti gerekecektir. Teorik bilgilerin pratiğe aktarılması; “Ayne’l-yakin” aşamasının Cibril hadisindeki tekabülü İslam’dır. Namaz, oruç, hac gibi ibadet yoluyla Allah ile sürekli bir iletişim içinde olduğumuzu göstermektedir.  Bu abid’dir. Bunun sonucu ise “Hakka’l-yakin” aşaması olup, her inananın “İhsan” mertebesine ulaşabilmesidir. Arif kişi de budur: Muhsini tavır ve tutumdan kasıt da budur.

Tarihsel olarak Hz. Hasan’ın şahsında İslam’ın yani barışın, esenliğin simgesi olarak somutlaşmıştır. Barış’ın her şeyden hayırlı olduğunu ortaya koymaktır. Hz. Hasan’ın dünya saltanatı için kavga etmeyeceği ve düşmanlığı asla ve asla tercih etmeyeceğinin göstergesidir bu tutum. Böylece bir varoluş hali oluşturmayı hedefleyen erdem/etik felsefesi kurgusu oluşturulacak, böylece “nasıl bir insan olma” sorusunun müzakeresi yapılacaktır.

1.2.         İslam ve Ahlak İlişkisi

Bu çerçevede Cibril hadisinden hareketle İslam ve Ahlak İlişkisini temellendirebiliriz: Bunu yapınca, ilk peygamberden son peygambere kadar gönderilen mesajlara dair bilgiler hatırlanacaktır.  Dünyada mutlu/huzurlu bir hayat için gerekli olan teorik kurguları (Tevhid-Nübüvvet-Mead) bir bütün olarak ele alıp, ahlak ve temel kavramları hakkında bilgilendirmelerle, en son peygamber olan Hz. Muhammed (sav) öncelikle Müslümanlara, sonra bütün insanlara ama özellikle inananlara yönelik “Rol modelliği” ve “Kur’an Ahlakı”na dair hazır bulunuşluk sağlanacaktır.

Eğer bu konuyla ilgilenen âlimlerimiz vasıtasıyla buna dair bir hazır bulunuşluk sağlanırsa, Ahlakın Bireysel ve Toplumsal Boyutu yani Pratik Ahlak, İman, İslam ve İhsan birlikteliği ile temin edilebilecektir.  Çünkü teorik (iman) bilgilenmelerin pratiğe aktarılması (İslam’ın şartları bağlamında) analiz edilirse, bireysel ve toplumsal ahlakın ilkelerine göndermeler yapılırsa, namaz, oruç gibi ibadetlerin aslında bireysel ahlakı tamamlamak için unsurlar olduğu daha anlaşılır hale gelecektir.

Günlük ibadetlerini yapan bir mümin, aslında bireysel ahlakını, kâmil/muhsin insan olma vasfını kazandığını hissedebilecektir. Zekât ve hac kavramları temelinde toplumsal ahlaka geçişle bu kâmil insan olma yolu hakkında bilgilendirmeler verilecektir. Böylece bireysel ve toplumsal ahlak kavramlarının yanı sıra uygulamalı etik diye gündeme gelen iş ve çalışma ahlakına dair göndermeler yapılacaktır.

Böylelikle, din ve dünya, dini, kelami, felsefi ahlak gibi teorik ayrımlara girmeden sıradan her insanın Allah Teâlâ ile yoldaş/dost/veli olduğu, “meunet” içinde bulunduğu, her sıkıntı anında onun yardıma koşacağı bilinci oluşturulmaya çalışılacaktır. Her namaz rekatında “İyyakenağbudu ve iyyakenesta’ın” dediğimiz zaman Rabbimizin bize yardımcı/dost/veli olacağını ikrar etmiş oluyoruz. İman, İslam ve İhsan halini gerçekleştiren “Muhsini Tavır”a sahip lur. Bunu biraz daha açımlamak için ihlâs, takva ve vera kavramlarını analiz etmek gerekiyor.

1.3.         Muhsin Kişi, İhlâslıdır.

İhlas’ın anlamı taatte gösterişi terk etmektir. Kalbin saflığını bozan şaibeli kirlerden onu arındırmaktır.  Dolayısıyla yaptığımız tavır, tutum ve davranışları Allah için yapmaktır. Eğer eylemimiz Allah’ın rızası dışında başka bir iyilik, fayda gibi amaçlar için yapılırsa, o davranış, iyi diye nitelendirilebilir ama ahlaki olup olmadığı tartışmalıdır. Kendisine başka bir şey karışmayan şeye halis, bu saf ve katışıksız işe de ihlâs denilir,  bunun yeri de kalptir. Bu da niyetlerle ortaya çıkar.

“Ameller niyete göre”dir hadisi bunu anlatır: Bu bağlamda kişi işlerinde Allah’a yakınlıktan başka şey murat etmemelidir. Çünkü eylemimizi doğru ve iyi kılan ihlâsı karıştırarak eylemimizi kötüye dönüştüren afetlerin bazısı gizli, bazısı aşikâr; bazısı aşikâre olmakla beraber zayıf, bazısı gizli olmakla beraber kuvvetlidir. İhlâsı en çok karıştıran ise, riyadır. O halde ihlâs işlerimizdeki şaibeli kısımların azından ve çoğundan işimizi telhis etmektir. Burada ihlâsın ilacı nefsin arzularını kırmak, dünyadan tama’ı kesmek ve kalbi iyice galebe çalıp yerleşecek şekilde ahirete yönelmektir. Biz iyi ve güzel olandan yana tavır alıp ona göre davranmazsak, fena/kötü ortaya çıkar. Bu nedenle eğer bir fenalık/kötülük/haksızlık görürsek, fiilen onu değiştirmeye çalışmalıyız, bunu başaramazsak, kötülük ve menfilikten uzak durulmasını öğütlemeliyiz, o da olmazsa, yanlış eyleme karşı buğz etmeliyiz.

Burada eylemi yapandan ziyade bizatihi eyleme tavır ve tutum alındığına dikkat çekmek istiyoruz. Çünkü fail, bunun yanlışlığını görebilir ve tövbe edebilir, eğer biz doğrudan kötülüğe değil de faile tavır alırsak, nefs sorgulamasına engel olabiliriz. Ama temelde kötü ve fena olana yönelik tavır ve tutum aldığımız zaman onun yaygınlaşmasına engel olduğumuz gibi, yapana da bir daha yapmama imkânı bırakmış ve toplumsal açıdan dışlamamış oluruz. Çünkü mümin, kazandıklarından diğer insanlara bollukta ve darlık anında sarf eden, harcayan, öfkesini yenen ve insanların kusurlarını affedendir.  Allah bu tür Muhsinleri sever. Bu husus çok önemli, İman, İslam ve İhsan birlikteliğinin sağlanmasını ifade eder.

1.4.         Muhsin Kişi Takva ve Vera Sahibidir.

Takva, sözlükte her türlü kötü tutum ve davranıştan uzaklaşma, sakınma ve korunma anlamında kullanılmaktadır. Dinin yasak ettiğinden veya haram olduğunda şüphesi olan şeylerden çekinmek, yani bütün günahlardan kendini korumaktır. Salih amel/doğru davranışlara dikkat ederek, iyilik ve hayr içinde olmaktır. “Allah rızasını kazanmak için inancının gereğini yapmaktır.”

Taatte Takva ile ihlâs kastedilir, ma’siyette takva ile de terk ve sakınma kastedilir. Allah’ın rızasını kazanmak için haramlardan (yasaklardan, günahlardan) sakınmanın ötesine geçip,  şüphelilerden (haram veya helâl olduğu belli olmayan şeylerden) sakınmaktır. Bu anlamda verâ kavramıyla ifade edilir, ama haramlardan daha çok sakınma derecesi olan verâ, takvânın manası altına girer. Allah, takvâ sahiplerini sever.

Takva, kişiye kendini inceleyerek, doğru/tutarlı/adaletli davranma ile yanlış davranmayı ayırt etme kabiliyet ve gücüdür.  Dolayısıyla kâmil/olgun insan, artık yanlışa ‘evet’ demeyen kişidir. İnsanın Allah katında en üstün değer ölçüsü olan takva erdemine ulaşabilmesi için adil davranması, adaletli ve doğru söz söylemesi şarttır. İşte bu durum/nitelik ile donanmaya Muhsini Tavır denilir.

İmanın nişanesi, kişinin bilmesi, söylemesi ve yapması gerekenleri teorik temelleri ile bilmesi, diliyle söylemesi ve pratiğe aktarması, yapması, ayrıca sakınması gereken şeyden de sakınması ve o şeyden uzaklaşmasıdır. Tüm bu söylenilenlerin yapılması “Salih amel/doğru eylem” olarak da ifade edilir. Muhsin, bedenen halk içinde; gönül ve kalp olarak Hak ile beraber olandır.  Rabbimizin sıfatları üzerinde düşünerek, gücümüz yettiğince ona benzemeye çalışmak, bir nevi “O’nun ahlâkı ile ahlâklanmak” aşaması olan ihsan mertebesine erişmektir.

 Bu durum, imanın manevi olarak Allah’ın varlığına ve birliğine inanmaya ilave bir tutumun tezahürü olduğunu, Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar devam eden süreci ifade eden evrensel İslam’a aktif bir katılımın olduğunu gösterir. İslam, evrendeki bütün yaratılmışların O’na teslim olduğunun bilincinde olmayı, son pratik, yol ve yöntem olan Hz. Muhammed’in getirdiklerine uygun davranmayı ifade eder.

Muhsin kişi, diğer insanlarla olan münasebetlerini İslam’ın sözlük anlamının gereği olarak “barışcıl bir şekilde” sağlamaya çalışır. Diğer bir ifadeyle, "Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağırır”(16/125)  Bu çağrı, Tevhid öğretisinin tarihin, hayatın, bilginin birliğine doğal olarak yansımasının gereğidir. Çünkü iman esaslarını bilmek, kişinin nefsinin arınmasını hedefler ve Hakk’ın bilgisine ulaştırır. İslam esasları bu bilgiye uygun davranmayı ister; Hayr’ın, güzelliğin, iyiliğin bilgisine ulaştırır. Teori ve pratik uyumundan çıkan “ihsan” mertebesi, bütün farklılıkların farkında olup, iyilik ve güzellikte yarışmanın ve kesinlikle bunu ayrışmaya dönüştürmemenin bilincinde olmak demektir. 

            Bu kâmil insandır artık, gücü nispetinde varılabilecek en yüksek noktaya ulaşmış kişidir o. Biricik ve evrensel Hakikat’e ulaşmak için farz kılınan hususları yapıp, nafile ibadetlerine de dikkat ettiği için Allah’ın rızasını kazanmıştır. Bu kişinin Allah sevgisi karşılıksız kalmayacaktır. Allah’ta onu sevecek, gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, yürüyen ayağı olacaktır.

Sonuç:

İnsanoğlunun dünyada mutlu ve huzurlu bir hayat kurabilmesi birey, aile, toplum ilişkilerini nasıl kurduğuna bağlıdır. Bireysel olarak kişinin kendini tanıması, anlamlandırması ve etrafıyla iletişim kurarken iyi ve doğru olan tercihlerde bulunmasına bağlıdır.  “Kendini Tanı”yan kişi, Rabbimin kurduğu düzeni, gönderdiği ilkeleri, bunların uygulanmasıyla ortaya çıkacak iyilik ve güzellikleri bilendir. Âlim/edir. Abid/e ve zahid/edir.  Bu iki niteliği şahsında birleştiren kişi ise arif/edir. Hakkın ve Hayr’ın bilgisine sahip olmanın bir sonucu olarak “Muhsin’i tavır ve tutum”a sahip olandır. Muhsin olan kötülüğü  iyilikle gideren kişidir. Kendisine yönelik kötülüğe karşı öfkesini yenen ve iyilikle mukabele edendir. Sanki Allah’ı görüyormuş gibi davranan, halk içinde daima Hak ile olan bu kişinin nihai mutluluğa kavuşması doğaldır.


[1] Uluslararasi Insani Degerlerin Yeniden Insasi Sempozyumu 19-21 Haziran 2014 Erzurum Türkiye” sunulan bildirinin özetlenmiş şeklidir. Tam metin için bkz: https://www.academia.edu/7412087/Mevlut_Uyanik_Aygun_Akyol_Hakkin_ve_Hayrin_Bilgisine_Sahip_Olmak_Muhsini_Tavir_-

 
 
 

Comments


Logopit_1715289639022.png
bottom of page